Dünyanın neresine bakarsan bak tablo genellikle aynı. Kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyor. Bazen fark birkaç yıl. Bazen daha belirgin. Tek bir sebep yok. Ama bazı parçalar bir araya gelince resim netleşiyor.
İşin içinde biyoloji var. Alışkanlıklar var. Toplumsal beklentiler var. Bir de erkeklerin çoğu zaman kendine yaklaşımı var. Hani şu “idare ederim” refleksi. Bazen işe yarıyor. Bazen de yılları yiyor.
Biyoloji erkeklere baştan biraz daha zor davranıyor
Erkek bebeklerin daha kırılgan doğduğu sık konuşulmaz ama gerçek hayatta karşılığı var. Bazı hastalıklara ve komplikasyonlara karşı daha hassas olabiliyorlar. Bu tek başına her şeyi açıklamaz. Yine de başlangıç çizgisinin aynı olmadığını söylemek gerekir.
Kromozom kısmı da burada devreye giriyor. Kadınlarda iki X kromozomu var. Erkeklerde bir X bir Y. Bu pratikte şu anlama geliyor. X üzerinde taşınan bazı genetik avantajların kadınlarda yedek ihtimali daha yüksek. Erkeklerde ise sorun çıktığında telafi şansı her zaman aynı düzeyde olmayabiliyor.
Hormonlar sadece ruh halini değil uzun vadeyi de etkiliyor
Testosteron çoğu zaman güç ve enerji ile anılır. Tamam. Ama aynı hormon risk alma eğilimini de artırabiliyor. Daha hızlı karar. Daha sert tepki. Daha iddialı davranış. Bunların hepsi hayatı renklendirir. Bazen de gereksiz yere tehlikeye sokar.
Kadınlarda östrojenin damar sağlığı üzerinde koruyucu etkileri olduğundan sık bahsedilir. Bu yüzden kadınlar bazı kalp damar sorunlarını daha geç yaşar. Menopoz sonrası denge değişebilir. Yine de bu avantaj yıllar kazandıran bir fark yaratır.

Erkekler neden daha çok risk alıyor
Şu kısım çok tanıdık gelebilir. Erkekler daha fazla kaza yapıyor. Daha tehlikeli işlerde daha fazla yer alıyor. Trafikte daha agresif kullanıyor. Bazıları bunu “karakter” sanıyor. Oysa çoğu zaman çocukluktan beri öğrenilmiş bir rol bu.
Erkek güçlü olmalı. Erkek korkmamalı. Erkek geri adım atmamalı. Bu cümleler evde okulda işte defalarca tekrar ediyor. Sonra bir gün risk almak normalleşiyor. “Bir şey olmaz” cümlesi refleks haline geliyor.
O “bir şey olmaz” bazen gerçekten olmaz. Bazen de olur. Ve o olduğunda telafisi yoktur.
Doktora gitmeyi ertelemek sessiz bir alışkanlık
Kadınlar çoğu zaman vücudunu daha yakından takip eder. Bir terslik varsa daha erken fark eder. Kontrol kültürü daha yaygındır. Erkeklerde ise şikayet büyüyene kadar bekleme eğilimi görülebilir.
Ağrı var ama geçer. Halsizlik var ama iş güç. Bir şey var ama “abartmayayım” hissi. Sorun şu. Bazı hastalıklarda erken teşhis fark yaratır. Erteleme ise şansı azaltır. Özellikle kalp damar problemleri ve bazı kanser türlerinde bu gecikmenin bedeli ağır olabilir.
İşin acı tarafı şu. Erkekler çoğu zaman “hasta gibi görünmemek” için bekler. Halbuki en güçlü hareket bazen gidip kontrol yaptırmaktır.
Stres erkeklerde farklı bir yere oturuyor
Stres herkesin hayatında var. Fark şu. Erkekler stresi çoğu zaman içerde tutuyor. Dışarıya “iyiyim” diye yansıtıyor. İçeride ise birikiyor.
Geçim baskısı. Başarı zorunluluğu. Aileyi ayakta tutma rolü. Hata yapmama hissi. Bunlar tek tek bakınca normal duruyor. Ama yıllar geçince kronik bir yük haline geliyor.
Kronik stres uyku kalitesini bozar. Tansiyonu etkiler. Kalp ritmini etkiler. Bağışıklığı zayıflatır. Bir de işin görünmeyen tarafı var. Ruh sağlığı.
Erkekler duygularını paylaşma konusunda genellikle daha ketum. Bu yüzden destek alma süreci gecikebiliyor. Bazı erkekler için “konuşmak” bile zor. Oysa konuşmak çoğu zaman çözümün ilk adımı.
Yalnızlık bazen sigaradan bile sinsi
Uzun yaşam sadece tahlil sonucu değil. Sosyal bağlar da büyük rol oynuyor. Kadınlar arkadaşlıkları aile ilişkilerini ve paylaşımı daha canlı tutma eğiliminde olabiliyor. Erkeklerde ise ilişkiler çoğu zaman işle iç içe oluyor.
İş bitince çevre daralıyor. Emeklilik ya da iş değişikliğiyle bağlar kopabiliyor. Bir anda yalnızlık artıyor. Yalnızlık da insanın içini sessizce yıpratıyor.
Birine “nasılsın” demek. Birinin sana gerçekten “nasılsın” demesi. Basit gibi. Ama uzun vadede bedenin bile buna cevap verdiğini hissedersin.
Beslenme uyku ve bakım meseleleri küçümseniyor
Birçok erkek beslenmeyi pratik bir şey olarak görür. Doyayım yeter. Hızlı yiyeyim. Atlayayım. Bu alışkanlık yıllar içinde birikiyor. Yüksek tuz. Yüksek yağ. Düşük lif. Düzensiz öğün. Sonra da şaşırıyoruz.
Uyku da benzer. “Az uyusam da olur” deniyor. Bir süre olur. Sonra odak düşer. Hormonal denge bozulur. Kilo artar. Stres artar. Kalp yorulur. Vücut bir yerde faturayı keser.
Kendine bakma meselesi de aynı. Kontrol. Egzersiz. Basit yürüyüş. Düzenli kan tahlili. Bunlar gösteriş değil. Bakım. Ve bakım uzun ömrün ham maddesi gibi.
Erkeklerin daha kısa yaşaması kader değil
İşin en kritik tarafı burada. Bu farkın büyük kısmı değişebilir. Çünkü sadece genetikle açıklanmıyor. Davranışla açıklanıyor. Rol kalıplarıyla açıklanıyor. İhmal kültürüyle açıklanıyor.
Erkekler daha erken kontrol yaptırsa. Sigara ve alkol tüketimini azaltabilse. Trafikte ve işte gereksiz riskten kaçınsa. Duygularını bastırmak yerine paylaşabilse. Sosyal bağlarını canlı tutsa. Bu fark ciddi biçimde kapanabilir.
Kimse süper disiplinli olmak zorunda değil. Ama küçük değişiklikler yıllar kazandırır. Bazen sadece bir randevu almak. Bazen haftada üç gün yürümek. Bazen “bugün iyi değilim” diyebilmek.
Erkekler çoğu zaman güçlü görünmeye çalışıyor. Güçlü görünmek bazen insanı ayakta tutuyor. Bazen de yardım istemeyi geciktiriyor.
Belki de asıl güç şudur. Vücudunu ciddiye almak. Zihnini ciddiye almak. Gerektiğinde durmak. Gerektiğinde destek istemek.
Uzun yaşamak bir yarış gibi değil. Birikim gibi. Her gün küçük bir tercih. Bir gün bakmışsın yıllara dönüşmüş.
Bu bilgiler nereden geliyor ve neye dayanıyor
Yukarıda anlattığım başlıkların hiçbiri kişisel yorum ya da kulaktan dolma bilgiler üzerine kurulmadı. Erkeklerin kadınlara kıyasla neden daha kısa yaşadığı konusu uzun yıllardır tıp sosyoloji ve halk sağlığı alanlarında çalışan araştırmacıların odağında. Ortaya çıkan tablo tek bir çalışmaya değil onlarca yıl boyunca yapılan epidemiyolojik ve klinik araştırmaların ortak kesişimine dayanıyor.
Biyolojik farklılıklar kısmında bahsettiğim kromozom ve bağışıklık sistemi farkları özellikle genetik ve immünoloji literatüründe sıkça ele alınıyor. Örneğin National Institutes of Health bünyesinde yayımlanan kapsamlı bir derleme çalışması kadınların bağışıklık yanıtlarının erkeklere kıyasla genellikle daha güçlü olduğunu ve bunun enfeksiyonlara karşı daha yüksek direnç sağladığını ortaya koyuyor. Aynı çalışmalarda erkeklerin bazı otoimmün hastalıklara daha az yakalanmasına karşın enfeksiyon kaynaklı komplikasyonlarda daha yüksek risk taşıdığı vurgulanıyor.
Hormonların etkisiyle ilgili bölümde değindiğim testosteron ve östrojen farkı ise kardiyoloji ve endokrinoloji alanında güçlü kanıtlara dayanıyor. Endocrine Reviews dergisinde yayımlanan bir meta analiz östrojenin damar esnekliği ve lipid metabolizması üzerindeki koruyucu etkilerini detaylı biçimde ele alıyor. Aynı zamanda yüksek testosteron seviyelerinin risk alma davranışlarıyla ilişkisini inceleyen çalışmalar davranışsal bilimler literatüründe geniş yer buluyor.
Erkeklerin daha fazla risk alması kaza oranlarının yüksekliği ve tehlikeli işlerde yoğunlaşması konusu yalnızca kültürel bir yorum değil. World Health Organization tarafından yayımlanan küresel mortalite raporları erkeklerin özellikle genç ve orta yaş gruplarında kazalara bağlı ölüm oranlarının belirgin biçimde daha yüksek olduğunu gösteriyor. Trafik kazaları iş kazaları ve alkol ilişkili ölümler bu farkın ana kalemleri arasında.
Doktora geç başvurma ve sağlık hizmetlerinden daha az yararlanma konusu da güçlü verilerle destekleniyor. BMJ’de yayımlanan geniş kapsamlı bir analiz erkeklerin koruyucu sağlık hizmetlerinden kadınlara kıyasla daha az yararlandığını ve bunun erken teşhis şansını azalttığını ortaya koyuyor. Özellikle kardiyovasküler hastalıklar diyabet ve bazı kanser türlerinde bu gecikmenin yaşam süresi üzerinde doğrudan etkisi olduğu belirtiliyor.
Stres ruh sağlığı ve sosyal destek konuları ise hem psikiyatri hem de halk sağlığı alanında uzun süredir çalışılan başlıklar. Social Science & Medicine dergisinde yayımlanan bir çalışma erkeklerin duygusal destek arama konusunda daha çekingen davrandığını ve bunun kronik stresin fizyolojik etkilerini artırdığını gösteriyor. Aynı bağlamda erkeklerde intihar oranlarının daha yüksek olması bu bastırılmış stresin en ağır sonuçlarından biri olarak ele alınıyor.
Yalnızlık ve sosyal bağların yaşam süresi üzerindeki etkisi ise artık net kabul gören bir alan. PLOS Medicine’da yayımlanan ve on binlerce kişiyi kapsayan uzun dönemli kohort çalışmaları güçlü sosyal ilişkilerin sigara içmemek kadar önemli bir koruyucu faktör olduğunu ortaya koyuyor. Erkeklerin sosyal ağlarının iş odaklı olması ve yaş ilerledikçe daralması bu açıdan ciddi bir dezavantaj yaratabiliyor.
Kısacası bu yazıda yer alan bilgiler tek bir kaynağa değil farklı disiplinlerden gelen bilimsel bulguların ortak bir hikâye anlatmasına dayanıyor. Genetikten hormonlara davranıştan toplumsal rollere kadar uzanan bu tablo erkeklerin daha kısa yaşamasının tesadüf olmadığını ama aynı zamanda değiştirilemez bir kader de olmadığını net biçimde gösteriyor.